Keşke Barış Olsa

2618

Levent Yerleşkemizden öğrencimiz Deniz Delen (8F), İELEV okullarının il çapında düzenlediği  “Barış” temalı öykü yazma yarışmasında “Keşke Barış Olsa” adlı öyküsüyle Mansiyon aldı.

Keşke Barış Olsa

Natalie  güzel mi güzel, akıllı mı akıllı bir kızdı gerçekten.

Natalie’nin yaşadığı ülke büyük bir savaş içerisindeydi. Natalie henüz dokuz yaşındaydı. Geçen yıl savaşta babasını kaybetmişti. Babasından emanet dört yaşında bir kız kardeşi ve çok hasta bir annesi vardı. Dün, yan evlerinde yaşayan çok yakın arkadaşını dışarıya çıktığında düşman askerleri vurup öldürmüştü. Bu savaş ortamı Natalie kendisini bildi bileli vardı. Natalie barışın sıcaklığını, barışla yaşayan ülkelerdeki mutluluğu hiç tatmamıştı. Natalie gözlerini hiçbir zaman o rahatlatıcı kuş cıvıltılarıyla, güneşin sıcaklığını yüreğinde hissederek açmamıştı. Hep mermi sesleri, çığlık sesleri, acılı anne ve çocukların kayıp verdikleri tanıdıklarının arkasından duyulan haykırışlar…

Çoğu kız çocuğunun hayali pahalı, süslü oyuncak bebeklere, güzel elbiselere sahip olmaktı fakat Natalie’nin tek hayali ülkesinin barışa kavuşması ve ülkesinde barış ortamının olmasıydı. Barışın değerini ve güzelliğini şimdi mektuplaşmasalar da savaş olmayan, huzurlu, barış içinde bir ülkede yaşayan değerli mektup arkadaşı Lara’dan öğrenmişti.

Bir sene önceye kadar yani savaş iyice artmadan önce Lara’yla her ay düzenli olarak mektuplaşıyorlardı. Natalie, Lara’ya yaşadığı ülkedeki savaş ortamını, çektikleri acıları anlatırken Lara da Natalie’ye barış içinde olan ülkesini ve barışın güzelliğini anlatıyordu. Fakat Lara ne kadar barış ortamı içinde yaşamanın huzur ve mutluluk veren yönünü biliyorum dese de Natalie kadar barışın değerini anlayamazdı. Bunu en iyi savaş ortamında yaşayan birisi anlayabilirdi çünkü.

Yedi yıldır süren bir savaşın yoksullaştırdığı bir ülkede doğmuş ve büyümüştü. Verimli toprakları vardı ülkesinin. Savaştan dolayı hiç kimse meyve, sebze yetiştiremez olmuş, hayvanların da neredeyse hepsi ölmüştü. Yiyecek bir şeyler bulmak çok zordu artık. Kentin tam ortasında eskiden pazar yeri olarak kullanılan alanda her akşam saat beş, altı civarı tarlalarda kalan, güç koşullarda  yetiştirilen yiyeceklerin bir kısmı toplanıp gönüllüler tarafından yemek yapılıyordu. Bütün mahalle bu eski pazar yerine elinde tencerelerle gelip ailesindeki kişi sayısına göre yemek alıyordu. Bu pazar yerine ulaşıp, oradan yemek alıp, eve dönmek de çok zor bir işti. Binaların kuytularından gizli gizli gitmek  zorundaydılar.. Yemek almaya çıkıp ölen binlerce insan vardı. Natalie hep içinde bir barış özlemiyle bu kötü sahneleri görüp korka korka annesine, kardeşine yemek götürürdü her gün.

Yemek dediğimiz de kişi başına bir kaşık. Doymak mümkün değil, ama hiç yememektense bu bile iyi bir şey. O gün yine Natlie eski pazar yerine yemek almaya gitmişti, sokakların kuytu yerlerinden, gizlene gizlene, bacakları titreye titreye, kalbinin hızlı atan sesini duyarak sağ salim evine geldi. Açlıktan bitkinleşmiş, korkmuş kardeşine ve annesine yemeği verdi. Her zamanki gibi çoğunu onlara verip, kendisine azıcık aldı. Hava iyice karardığında hepsi yataklarına girdiler. Her akşam olduğu gibi Natalie yine barışa kavuşmaları, mutlu olmaları için dua etti.

Sabah çatışma ve  mermi sesleriyle uyandılar. Sabah kahvaltıda, öğlen yemekte yiyecek bir şey yoktu. Bazen Natalie’nin eski pazar yerinden aldığı yemekten artık bırakıyorlardı ama dün o kadar acıkmışlardı ki bırakamamışlardı. Silah sesleri, çığlıklar. Üçü de  evin en kuytu  bir köşesinde,  yırtık bir yorgana sarılarak açlığı unutmaya çabaladı; her biri kendi içinde ölmemek, barışa kavuşmak için cılız bir umutla dua etti.  Akşam beşi bulmuştu ve sesler dinmişti.

Natalie eski pazar yerine gitmek üzere evden çıktı. Düşman askerleri iyice artmıştı. Natalie saklana saklana eski pazar yerine vardı ve yemek sırasına girdi. Yemeğini aldıktan sonra dönmek için yola koyuldu.

Yine gizlenerek evine dönerken bir düşman askeri Natalie’yi gördü ve tüfeğini çıkarıp ateş etti. Natalie ilk başta bir şey anlamadı, vurulduğunu hissetmedi, sonra birden yere yığıldı. Elindeki tenceredeki yemek de yere döküldü. Natalie tam kalbinden vurulmuştu. Başına insanlar toplanmıştı. Belki de bu küçük kız kurtulur diye. Fakat pek umut yoktu.

Natalie zar zor gözlerini açtı ve ağzından tek çıkan cümle:” Keşke benim de barış içinde yaşayan bir ülkem olsaydı.” oldu ve gözünden bir damla gözyaşı aktı. Onu yaşlı bir komşu tanıdı, çatışmaya katılan bir askerin desteğiyle kucakladı. O güzel gözleri yavaş yavaş kapandı askeri araca  taşınırken Natalien’in.

O asker çatışma bölgesinden sorumlu komutandı ve yaşlı adama kızın adını sorup bir kâğıda not aldı. Bir damla aktı komutanın göz pınarlarından bin damlaya bedel.

Tam bir yıl sonra Natalie’nin vurulduğu yere Natalie’nin anıt heykeli yapıldı. Heykelin adına da “Barış İsteyen Küçük Kız Heykeli” konuldu. Artık Natalie’nin ülkesi insanların gülümsediği, çiçeklerle dolu, insanların kuş cıvıltılarıyla uyandığı, barış denilen kavramın her şeyden çok önemsendiği; her yıl  Natalie’nin ölüm yıldönümünün barış günü olarak kutlandığı bir ülke haline gelmişti. Zaten alınan bir kararla kasabanın adı barış anlamına gelen “Mir” oldu.

Deniz Delen (8F)