23. Terakki Tarih Günleri’nde Sevin Okyay Konuğumuzdu

948

Her iki yerleşkemizden lise 10 ve 11. sınıf öğrencilerimiz, Lise Sosyal Bilimler ve Felsefe Bölümümüzün 13 Mayıs Cuma günü düzenlediği 23. Terakki Tarih Günleri web seminerinde Sevin Okyay’la buluştu.

“Sinemada Tarih, Tarihte Sinema” temasıyla gerçekleşen web seminerimizin açılış konuşmasını Sosyal Bilimler ve Felsefe bölüm başkanımız Mine Koçak Yalaz yaptı. Terakki Tarih Günleri etkinliğinden ve bu etkinliğin öneminden bahseden Yalaz, “Sinemada Tarih, Tarihte Sinema” temasının öğrenciler için bir kültür-sanat alanı olarak sinemayı tarihselleştirme, dönemlerin siyasal ve toplumsal gelişmeleri ışığında sinema sanatını çok boyutlu bir şekilde ele alma ve değerlendirme fırsatı olduğunu belirtti.

Daha sonra söz alan Levent Yerleşkesi 11D sınıfı öğrencimiz Ada Nur Kıdemli, konuğumuz Sevin Okyay’ı tanıttı. Çevirmenliğinden, edebiyat dünyasındaki yerinden bahsettikten sonra, Sinema Eleştirmenleri Derneği’nin ilk kadın üyesi olarak yeri doldurulamaz ve bol ödüllü bir sinema yazarı olduğunu anlattı.

Ardından Okyay, sinema sanatının doğuşundan bahsederek konuşmasına başladı. Sinemanın bir sanat ve mucitlik işi olarak başladığını belirterek, ilk biletli gösterimlerin 19. Yüzyıl sonunda başladığını ifade etti. 20.yüzyıl başında ise bir sanayi dalı, bir sektör olarak dikkat çektiğini ve para kazanmak isteyen yatırımcıların da bu alana girmeye başladıklarını belirtti.

1950’li yıllarda “Altın Çağ”a karşı çıkan genç sinemacıların başkaldırılarının ve alternatif filmler yapmaya başlamasının yeni bir dönemi başlattığını vurgulayan Okyay, bu dönemin birçok yönetmen ve filmlerinden örnekler verdi.

Sinemada İngiliz Yeni Dalgasından ve senaristler ve yönetmenlerin yürüttüğü “Öfkeli Genç Adam Hareketi”nden bahseden Okyay, İngiliz sinemasında tiyatrodan gelen aktörlerin etkisine de değindi.

Daha sonra, yeni Alman sinemasının ortaya çıkışından söz ederek, Alman sinemasında çok önemli yönetmenlerin yetiştiğini vurguladı. Wim Wenders ve Werner Herzog’un sinemada yarattıkları dil ve üslubun önemini anlattı.

Fransız sinemasına dair Okyay, Fransız yeni dalgasının çok önemli olduğunu, hepsinin temelinde Fransız ekolünün olduğunu ifade etti. Özellikle sinema yazınının ve eleştiri kültürünün Fransa’daki gücünden bahsederek 1940’lardan bugüne hala devam eden sinema dergileri olduğunu söyledi. Fransız sinemasında aktörlerin yanı sıra halktan insanları oynatma, setlerde değil sokakta çekim yapma tercihinin etkili olduğunu söyleyerek, Fransız sinemasını serbest bir sinema olarak tanımladı. Yine birçok yönetmen ve film örneği verdi. François Truffaut’nın 400 Darbe ve Jean-Luc Godard’ın Serseri Aşıklar filmlerinden ve bu filmlerin Fransız yeni dalga içindeki yerlerinden bahsetti.

İtalyan sinemasında özellikle toplumsal gerçekçilik akımını anlatan Okyay, bu akımın İtalya’da faşizm sonrasında ortaya çıktığını, ancak liberal dönemde de karşısında sansürü bulduğunu anlattı.  Buradan Amerikan sinemasına dönen konuğumuz, Amerikalı yönetmenlerin de özellikle Mccarthy döneminde sansürle başlarının dertte olduğunu paylaştı.

1960’larda sinema sektörünün dışında, bağımsız sinemanın başladığını söyleyerek devam eden Okyay, avangard ve deneysel sinemadan yönetmen ve film örnekleri verdi. 1970’lere gelindiğinde yine yerleşik sinema düzenine karşı çıkan sinemacıların olduğunu, ancak bir önceki dönemden farklı olarak bu sanatçıların alaylı değil sinema okullarından yetişmiş olduğunu anlattı. Bu gruba örnek olarak Fransis Ford Coppola, Martin Scorsese, George Lucas ve Steven Spielberg’i verdi, sinemadaki büyük dönüşümün onlarla, özellikle de tek bir filmle, Yıldız Savaşları’yla geldiğini söyledi. Sinemanın şekilsel ve yapısal olarak değişimi ve efektlerin ortaya çıkışında bu filmin öncü bir yeri olduğunu ifade ederek, daha sonra devam filmlerinin yanı sıra taklitlerinin de yapıldığını vurguladı. Yıldız Savaşları’nın yarattığı dönüşümün bugünün sinemasında Avatar’la karşılaştırıldığını söyleyerek Avatar filminin getirdiği yeniliklerden bahsetti.

Sözlerine, sinemanın on yıllarına baktığını ve en başarılı on yıl olarak 70’ler sinemasının öne çıktığını söyleyerek devam eden Okyay, bu yıllarda çok önemli sinemacılar ve çok önemli filmler olduğunu ifade etti. Yine birçok örnekten bahsederek, bu yıl 50. yılı kutlanmakta olan 1972 yapımı The Godfahter (Baba) filminden özellikle bahsetti.

Konuşmasının sonunda öğrencilerden gelen “Türkiye sineması dünya sinema akımlarından etkilendi mi?” sorusuna “Mutlaka!” diyerek cevap veren Okyay, Sinematek’in ve İstanbul Film Festivali’nin sinemaya katkılarından söz ederek, hiç bilmedikleri bir dünyayı gördüklerini, birçok yönetmenin festival sayesinde doğduğunu vurguladı. Soru cevap bölümünün ardından web seminerimiz sona erdi.