Günümüzde Ebeveyn Olmak

1852
(Gelişim 2015/1) Hazırlayanlar: Uzm. Psi. Dan. Berna Şahin, Uzm. Psi. Dan. Gülseren Kaya, Uzm. Psi. Dan. Revan Çoban

Hepimiz biliriz ki aile, bireyin gelişiminde en önemli role sahiptir. Ailenin bu rolü zaman içerisinde önemini hep korumuş; ancak aile sistemi dönem dönem değişikliklere de uğramıştır. Aile içi ilişkiler, eşlerin rol dağılımları, aile tutumları bu değişime örnek olarak sıralanabilir. İçinde yaşadığımız zamanda ve koşullarda aile kavramını yeniden ele almak, ailenin yeri doldurulması mümkün olmayan etkisini konuşmak, aile sistemi ile bireyin yaşantısındaki diğer sistemlerin etkileşimini değerlendirmek ve günümüz dünyasındaki ilişkilere geçmişin de izlerini taşımanın önemini tartışmak için Doç. Dr. Kemal Kuşçu ile bir araya geldik. Aile dinamiğine ilişkin önemli noktalara vurgular yapılan röportajımızı keyifle okumanız dileğiyle…

Aile sistemi çocuğun gelişimi nasıl etkiler?

Bence aile tanımını çok karmaşıklaştırmamalıyız. Ailenin işlevini olabildiğince sade tutmamız gerekiyor. Bu sorunuza, yakın çalıştığım bir meslektaşımın yeni doğan servislerindeki gözlemlerinden yola çıkarak cevap vereyim isterseniz. Yeni doğan servislerinde bebeklerin ilk aradıkları şeylerden biri içinde bulundukları ortamın sınırlarına ulaşmak ve dokunmak.  Yeni doğan bebekler bulundukları ortamların yüzeyleriyle tensel bir temas oluşturmak isterler. Bana sorarsanız hepimizin en temel ihtiyacı da bizi kapsayan ve kavrayan ortamların oluşabilmesi. Ben de aileleri böyle bir kap olarak görüyorum. Ailenin bireyin gelişimine en temel katkısı bu. Ailenin ikinci etkisi de bireyin kendisini fark etmesine yardımcı olmasıdır. Aile, bunu da kendi içindeki sınırlar sayesinde gerçekleştiriyor. Ailenin sağladığı bu kabın size bir yere dokunma ve o yerden tepki alma hissini yaşatması gerekiyor. Olması gerekenden ziyade hissedilmesi gereken bir şeydir. Aile içindeki ilişkilerimiz süreklilik hissettiriyor mu ve kişiye kendisini fark etme olanağı sağlıyor mu diye düşünmek gerekir.

Anne babanın kişisel tarihi ile çocukları arasında kurduğu bağı nasıl tanımlayabiliriz?

Hepimizin geçmişte yaşadıkları, davranışlarımızda bir şekilde yansımasını buluyor. Bizim sadece kişisel geçmişimiz yok, bir de bize atfedilen geçmiş var. Anne babaların yalnız kişisel deneyimlerinin değil onların ait olduğu ailelerin deneyimlerinin de gelişimimize etkileri var. Örneğin; “Oğlan dayıya kız halaya çeker” sözü. Bu aslında çok sağduyu ile söylenmiş bir söz. Aile sistemleri belli döngülerle kişilere belli rolleri atfediyor. Dolayısıyla bu roller bazen iyi gelebilirken bazen çok kısıtlayıcı da olabiliyor. Ama bunu illa olumsuz olarak almak doğru değil. Geçmişimiz derken, kolektif belleğimiz derken genelde olumsuz ifade kullanıyoruz. Hâlbuki olumlu tarafları da var. Sizden önce birbirini büyütmüş olan kuşakların bizlere bıraktığı çok güzel şeyler de var. Ben genelde daha olumlu etkiler üzerinde durmayı yeğliyorum. Eksiklikler üzerinde çok durulması taraftarı değilim. Sonuçta bir kuşak büyütüldüyse demek ki bir şeyler iyi yapılmıştır. Burada bir önceki kuşak neleri iyi yaptı diye bakıp onun üzerinde bir şeyler inşa etmek çok önemli. Unutmamak gerekiyor ki gelişim için sürekliliklerin oluşturulması gerekiyor.

Günümüz aileleri eksiklik üzerine daha mı çok odaklanıyor?

Zaten günümüzdeki en önemli meselelerden biri bu; yalnız aileler değil, hepimiz kendimizi eksik yaptıklarımız üzerinden değerlendiriyoruz. Bunun temel nedenlerinden biri de daha performansa dayalı ve belirsizliklerin fazla olduğu bir toplumda olmamız. Hem belirsizlik arttığında hem de üzerinizdeki performans beklentisi arttığında kendinizle ilgili bir kurgu, bir tür tahayyül oluşturmanız gerekiyor. Bu durum hayatlarımızı çok zorlaştırıyor. Bugün örneğin bir gazeteyi açtığınızda bir anne babanın, bir ailenin nasıl olması gerektiği ile ilgili çok mükemmeliyetçi bir reçete görürsünüz. O reçeteyi zaten uygulamak mümkün değil. Uygulayamadığınız her şey de sanki eksi hanenize yazılıyor gibi. Bu da anne babalar üzerinde çok büyük bir baskı oluşturuyor. Sanki hiçbir zaman geçer not alamayacağınız bir sınav gibi.

Büyük şehirde çocuk yetiştirmenin ne gibi artıları ve eksileri vardır? Bu noktada anne babalara ne önerirsiniz?

Şehirleşmenin her zaman insan psikolojisine önemli etkileri oluyor. Bunun temel nedenlerinden biri de şehrin kendi kurgusu içinde yatıyor, şehir sosyal olarak insanların daha izole, daha hızlı yaşamak durumunda oldukları bir yer. En önemli noktalardan biri “üretim modelimiz”. Giderek daha fazla üretmek ve daha fazla çalışmak insan üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Çocuğuna daha iyi imkânlar sunmak için işte daha çok vakit geçirmek zorunda kalmak anne babaların yaşadığı çelişkilere iyi bir örnek. İster istemez bizim üretim modelimiz giderek daha fazla gündelik çelişki yaratıyor.

Bir de şehirde insanların dayanışma hatları ve süreklilikleri daha az; örneğin şehre yeni göç etmiş bir aile için yeni bağlantılar kurmak çok zorlaşıyor. Şöyle düşünün; şehirde arkadaşınız, akrabanız yok ve 4 yaşında bir çocuk büyütmeye çalışıyorsunuz, çok zor; çünkü bana göre sadece aileler çocuklarını büyütmüyor, aynı zamanda ailelerin kurduğu bağlar da çocuklarını büyütüyor.

Bir başka nokta ise ‘güvenlik’ algısı. Güvenlik endişesi ile yaşam alanlarımızı daha da daraltıyor. Daha korunaklı ve daha seçkin/izole yaşam ortamlarını tercih ediyoruz. Gündelik yaşam ve ilişkilerden ayrışmış bir büyüme tahmin edeceğiniz gibi her zaman zorlanan bir büyüme olacaktır.  Örneğin yaşam alanı olarak daha çok siteler tercih ediliyor ve o sitelerin kendi iç ilişkileri oluşmaya başlıyor. Sonuçlarını önümüzdeki yıllarda göreceğiz.

Bu ortamda yetişen çocukların ruh sağlığı nasıl etkilenecek sizce?

Çocuklar ne yapıp edip bütün bu sürecin içinde yeni bir yaşam kurmayı başarıyorlar. Gelişim aynı zamanda inanılmaz bir uyum anlamına geliyor. Onların yaşadıkları veya yaşayacakları büyük bir ihtimalle bizim anlamamızın güç olacağı bir süreç olacak. Onlar bizim bildiğimizin dışında örneğin sosyal ağlara dâhil olarak bir yaşam kuruyorlar. Bunun iyi mi kötü mü olduğuna karar vermeden önce ne olduğunu ve nereye doğru evrilmeye başladığını anlamaya çalışmamız gerekiyor. Şunu kabullenmeliyiz: “gençler bizden farklı büyüyorlar ve bir taraftan da harika şeyler yapıyorlar”. Bizim kendimizi anlatma biçimimizle onlarınki arasında bir sürü fark var. Twitter’da sınırlı karakterle kendilerini çok güzel anlatabiliyorlar, belki ben aynı şeyi yapmaya kalktığımda komik duruma düşüyorum, evet kendimizi anlatma biçimlerimiz farklı ama biri diğerinden daha iyi demek doğru değil bence. Birbirimizle ilgili tanımlar yapmaktansa birbirimizi anlamaya yönelik sistemler kurmamız önemli. Zaten gençlerin dünyasında böyle tanımlamalar yapmak bizi onlardan ayıran ve uzaklaştıran bir şeye dönüşüyor.

Çocuğun büyüme süreci (çocukluktan ergenliğe geçiş) aileyi nasıl etkiler? Ailenin de bir büyüme sürecinde olduğunu söyleyebilir miyiz?

Biz geniş aileler içinde yaşamadığımız için süreklikleri her defasında yeniden keşfetmek zorunda kalıyoruz. Dünyada geniş aileye bir dönüş var mesela. Bizde “ben annemle babamın yaptığı hataları yapmayacağım” şeklinde yanlış bir düşünce oluştu. Bu düşünce her şeyi yeniden inşa etmek zorunluluğunu doğurdu. Anne babalar gündelik olaylara çözüm bulmaya çalışırken çok özel çözümler bulmaya gayret ediyorlar. Bunu her defasında yapmaya çalışırken güçlük yaşıyorlar ve bir taraftan da kaza olasılıklarını artırıyorlar. Belki bu sorunların çözümü kuşaklar içinde bulunmuş olabilir, onu da arkanıza alıp bir kaynak gibi kullandığınızda bence her şey kolaylaşıyor.

Günümüzde anne baba rollerinin geçmişe göre değiştiğini gözlemliyoruz. Artık anneler daha otoriter. Aile sisteminin değişen bu yapısı çocuğun ya da ergenin ruhsal yapısını nasıl etkiliyor?

Toplumda kadın erkek rollerine bağlı olarak anne baba rollerinde de bir değişim var. Artık kadınlar çok fazla üretime katıldıkları için ev içinde de daha çok söz sahibi olabiliyorlar. Aslında bu tamamen değişen toplum modelinin sonucu, ilişkilerimizi üretim modelimizi belirliyor. O yüzden ebeveynliği politik bir değişim olarak da görüyorum. Bana sorarsanız toplumuzda ebeveynliğe verilen atıf da çok fazla artmaya başladı. Okullar da dâhil olmak üzere kurumlar kendi görevlerini anne babalarla paylaşmaya başladılar, bu yaklaşımı doğru bulmuyorum. Bu ebeveyn üzerindeki yükü artırıyor. Yeni model ebeveynleri toplumun sorumlu odakları haline getirip, sorumluluk alması gereken kurumların giderek çözülmesini hızlandırıyor. Okulun işi okulda bitmeli. Eğer evdeki okula okuldaki eve ulaşıyorsa, bir yerlerde bir sorun yaşıyoruz demektir. Anne babaların rolleri kendi sistemleri dışından gelen okul gibi sistemlerle de değişime uğramak durumunda kalıyor. Artık evlerde neredeyse paralel okullar oluştu.

Tüm bu beklentiler içinde anne baba bir taraftan, çok da yanlış bulduğum bir role bürünmek için uğraşıyor; çocuğu ile arkadaş olmak istiyor. Çocuğu ile arkadaş olan anne baba ondan daha üst bir konuma geçip nasıl beklentileri karşılayabilecek? Ben bunu anne babanın cürmünün- otoritesinin artması ancak etkisinin azalması olarak görüyorum. Burada sorun şu; giderek daha güçleniyoruz ve dolaylı tepkimiz daha şiddetli hale geliyor; ancak sonuçta daha çaresiz ve etkisiz hissediyoruz. Eskiden babanız size bağırır çağırır, anneniz ağlar ve sorun biter giderdi. “Genç hata yapar.” denilir, sorun küçültülürdü. Şimdi ise anne baba soruna müdahale ettiklerinde verdikleri tepki daha bulanık bir tepki, yaptırımları daha derin etkilere sahip bir yaptırım ve sözleri daha kişisel bir örselenmeyi tetikliyor. Bazen çaresizliğimiz sonucunda oluşturduğumuz bir çözüm kendi içinde bir örselenmeye neden olabiliyor. Giderek çocuk üzerinde hükmünüz artıyor. Bizim anne babalarımız daha otoriterdi ama hükümleri daha yumuşaktı. Şimdi ise anne babalar dünyayı daha iyi tanıyorlar, iyi eğitimliler, daha üstenler ve dilleri daha sert; ama arkadaşlar, bence bu çok kafa karıştırıcı, çaresizleştirici, saygınlığı elden alan ve çok sert bir model. Bir danışanım görüşmede ‘Eğer bir insanın saygınlığını elinden alırsanız o da sizi çaresizleştirir.” demişti. Tam da anlatmak istediğim bu, o yüzden günümüzde anne babalar daha çaresizler.

Anne babalar çocukları ile iletişimde kendi içgüdülerinden ziyade uzmanların kitapların tavsiyelerine daha çok vurgu yapıyor oldular. Hangi durumlarda bu tip destekler alınmalıdır?

Yeni bir bilgi toplumundayız, kolaylıkla psikiyatrik bir tanıyı internette okuyarak kendimize ve etrafımızdakilere koyar hale geldik. Artık bilginin kolay ulaşılabilir olduğunu kabul edip bizlerin de bu süreçleri nasıl ele alabileceğimize odaklanmamız gerekiyor. Bir toplumda belirsizlik çok arttıysa ve o toplum kendi sürekliliğinden kopukluklar yaşıyorsa (aile ilişkileri gibi) o zaman o toplumda uzmanlaşma artıyor. Sistemler kendi tecrübelerini bilgi haline getiremiyor, üretemeyince de bilgi kaynağını bir uzman olarak görüyorlar. Eğer çaresizlik anında uzmana başvuruyorsanız uzmanlık sizi küçültüyor ama sizin üzerinizdeki etki alanını genişletiyor. İlk başta bu uzmanın hoşuna gider, ama uzun vadede uzman için de uygun olmaz. Uzmanlığa başvurmakta bence bir sorun yok hatta zaman zaman gereklidir; ancak uzmana olan ihtiyacı iyi tanımlamak gerekir. Süreci anlamaya, öğrenmeye çalışırken tabi ki size bir uzman yardımcı olabilir. Bunu yaparken de kendi deneyiminizi bilgi haline getirerek, somut soru ile uzmana gitmek daha çok yarar sağlar. Bu noktada uzman, süreci daha çok hızlandırır. Her şeyi uzmanlara yıkmak bence onlara da yapılacak bir haksızlık olur.

Okul bir aile midir?

Okul, aileye ait sıcaklık, şefkat, dayanışma, anlayış ve destek gibi değerleri bünyesinde barındırabilir. Ancak okul bir aile değildir, eğitim ve öğretimin yapıldığı pedagojik bir yerdir. Dolayısıyla okulda ne yaptığımız konusunda zihnimizin çok berrak olması lazım. Biz çocuğun büyümesini, bazı temel sosyal becerileri edinmesini ve iç yapısını pedagojik olarak geliştirmesini istiyoruz. Buna karşılık okuldaki öğretmenleri aile bireyleri gibi tanımlamak  -örneğin, bir öğrencinin edebiyat öğretmenini babası gibi görmesi- çocukların zaman zaman rol karmaşası yaşamasına neden olabilmektedir. Dolayısıyla bir yerleri durmadan aile gibi tarif etmemiz çocuğun iç kırılganlığını artırabilir. Önemli olan okul ve aile arasındaki sınırları iyi belirleyerek çocuğun gelişimini desteklemektir.

Aile içi ilişkiler okul başarısı nasıl etkiliyor?

Her şeyi aile üzerinden tarif etmemek gerekiyor; çünkü çocuğun hayatında ailenin etkisi belli bir noktaya kadar çok yüksek. Çocuk sosyalleştikçe ailenin etkisi de azalmaya başlıyor, çocuğun akranlarıyla ilişkisi ön plana çıkıyor. Okul başarısını aile içerisindeki birinin kaybı, birinin rahatsızlanması, ailenin ciddi bir krizden geçiyor olması gibi durumlar etkiler ama bu daha çok çocuğun hayatındaki sürekliliğin kesintiye uğraması ile ilgilidir. Dolayısıyla aileyi çocuğun başarısıyla bu kadar ilişkilendirmemek gerekir. Bu durum hem ailenin hem de okul sisteminin zorlanmasına neden oluyor. Bir çocuğun okul başarısı, çocuğun okul içerisinde kendisini saygın ve iyi hissetmesi ile ilişkilidir. Yaptığı şeyle kendisini ne kadar iyi hissediyor? İşte bu çok daha önemli.

Eğitim sisteminin neredeyse her yıl değişmesi çocuk ve ergeni, dolayısıyla ailesini nasıl etkiliyor?

Seçme ve yerleştirme sınavlarının çocuklar üzerindeki baskısı çok büyük. Milli Eğitim Bakanlığı değerlendirme sınavları yapmaya gayret ediyor ama bu kadar kalabalık bir ülkede böyle bir değişiklik yapmak kolay bir iş değil. Bana sorarsanız değişim muhakkak olacak. Bunu okulların da öğrencilerin de ailelerin de göz önünde bulundurması gerekiyor. Sistem çok hızlı değişiyor ama değişimin nasıl olduğu ve neresinde durduğunuz da çok önemli. Eğer öğrenciler, veliler hatta okullar değişimin dışında bırakıldıklarını ve değişimde pay sahibi olmadıklarını düşünürlerse mağduriyetler oluşur. Dolayısıyla bir topluma yapabileceğiniz en büyük haksızlıklardan biri de o toplumda mağduriyet hissini oluşturmaktır; çünkü mağduriyet “Ne yaparsam yapayım bir şeyler benim dışımda gelişiyor.” hissini verir. Değişim olacaktır ama değişimde herkesin pay sahibi olması çok önemli.

Günümüzdeki eğitim anlayışı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bence önümüzdeki dönemde dünya daha kolay bir yer olmayacak. Bu nedenle eğitimin de belli özellikleri dikkate alarak şekillenmesi gerekiyor. Birincisi günümüzde teknolojiyle beraber hem bilginin içeriği zenginleşiyor hem de bilgiyi aktarmak kolaylaşıyor; ancak bir insanın ikili ilişkilerde nasıl olduğu, bir sorunu nasıl çözdüğü aldığı diplomalardan ve sahip olduğu bilgilerden çok daha belirleyici hale geldi. Yani burada yaşam becerilerini de içeren bir modele ihtiyacımız olduğu ortaya çıkıyor. İkincisi, eskiye oranla daha yarışmacı bir model olacağı kanısındayım. Bu elbette bizim düşündüğümüz gibi bilgi üzerinden bir yarışma değil. Bilgi sahibi olmak kolaylaşsa da bilginin nasıl kullanılacağı, hayatın içerisinde nereye taşınacağı asıl önemli olan nokta. Bu yüzden de bilginin şekillenmesi ve bilginin işlev kazanması üzerinden bir yarışma olacak. Sahip olduğumuz bilgilerle neleri oluşturduğunuz, nelere can verdiğiniz çok daha önemli. Üçüncüsü dünya çok daha etkileşimli bir yer olacak. Yalnız kendi lokal ölçeğinde değil farklı gruplarla da ilişkilenebilen insanlara ihtiyacımız var. Dolayısıyla farklılıkları anlayabilen, anlamlandırabilen, hayatına yerleştirebilen bir grup olmalı. Dünya tutucu değil ve çok hızlı değişiyor. Dolayısıyla ürettiğimiz modelin değişime açık olması önem kazanıyor.

Hazırlayanlar: Uzm. Psi. Dan. Berna Şahin, Uzm. Psi. Dan. Gülseren Kaya, Uzm. Psi. Dan. Revan Çoban

Bu yazı Gelişim dergimizin 2015/1 sayısında yayımlanmıştır.