Sahaflar Çarşısı

2839

Öğrencimiz Gurur Kocapınar (8C) , Türkiye çapında katılımı olan öykü yarışması “2. Sarıyer Edebiyat Günleri ve Öykü Günleri”nde “Ortaokul” kategorisinde “Sahaflar Çarşısı” öyküsüyle 1.lik  ödülünü aldı.

Sahaflar Çarşısı

Veteriner olan dedem Aziz Bey, Karacabey Harası genel müdürlüğünden emekli olunca Salacak’ta Kız Kulesi’nin tam karşısında plajın hemen üst tarafındaki büyükçe bahçesi olan, beyaz boyalı, iki katlı bir konağı satın almıştı. Konağın cadde tarafında sadece ev sakinlerini değil sokak sakinlerini de güzel kokularıyla büyüleyen hanımelileri, ıhlamurlar, akasyalar ve leylaklar bulunuyordu. Bahçe kapısının girişindeki kiraz ve erik ağaçları çocuğu gibiydi adeta. Özenle bakardı onlara. Bahçenin bir köşesinde içinde on iki tane tavuk olan ufak tel kümesi vardı. Arka tarafa domates, biber, salatalık, soğan, maydanoz ekmiş hatta kuşlar ürküp yaklaşamasın diye de iki tane bostan korkuluğu yapmıştı kendi ellerinle.

Konağın üst kattaki 60 metrekarelik kitap odasına her girişimde büyülenir kalırdım doğrusu. Çoğunu Beyazıt’ta Kapalıçarşı’nın yanı başındaki kitap cenneti Sahaflar Çarşısı’ndan aldığı hemen hemen kırk beş yıllık ve tümü okunmuş binlerce kitabını özenle saklardı. Tutkuyla bağlıydı kitaplarına dedem. Kitap okurken, sanki farklı bir iklime göç ederdi. Bazı kitaplarının içinde Arapça, bazılarının içinde ise Türkçe notlar yazardı. Hatta bazıları arkadaşları tarafından hediye edildiği için içine bir kaç cümlelik hatıra yazısı yazılmıştı.

Canım dedem balkonda yaşamayı çok severdi. Balkon sanki bir kaptan köşkü gibiydi. Karşısında Kız Kulesi, ta uzakta Topkapı sarayı, Sultanahmet Cami… Önde ise meşhur Salacak Plajı, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi… Orada kitap okur, kahvesini yudumlar hatta arkadaşlarını bile ağırlardı. Anneanneme sinirlenince homurdanırım da kendi kendine bu güzel balkonda. Yorgunken uyurdu bile kendi elleriyle yaptığı sedirin üzerinde. Balkondan yaz akşamları güneşin batışını, kışın ise lapa lapa yağan karın ortaya çıkardığı manzarayı seyretmekten nasıl keyif alırdı anlatamam. Yağmur sonrası güneşin doğmasıyla yeşillere bürünen bahçedeki ağaçların altında sallanan koltuğunda saatlerce kitap okumaktan çok büyük keyif alırdı. Bir de komşularıyla kahvelerini yudumlarken fikir alışverişi yapmaktan.

Mahallemiz, sakinlerinin birçoğu aydın, iyi eğitim almış ve sevgi dolu kişilerden oluşan renkli bir mahalle idi. Kültürlü ve sıcak kişilerle komşuluk yapmak dedemin çok hoşuna giderdi. O devirlerde komşuluk,  daha TV’ler hayatımızda yer almamışken,  sevincin paylaşılmasında, sıkıntı ve kederin göğüslenmesinde ayrı bir öneme sahip olduğundan çok değerliydi. Ailece komşulara gidip gelinirdi. Çaylar içilir, yanında bisküvi yenirdi. Bu ziyaretler benim için tatlı birer anı olarak kaldı hafızamda. Bunlar aslında toplumu kaynaştıran, birlik beraberliği sağlayan, fikir alışverişini arttıran, sosyalleşmeyi sağlayan faydalı muhabbetlerdi de.

Konağın yan bahçe komşusu Ecevit Ailesiydi. Nazlı Hanım ressam, Fahri Bey’de doktordu. Robert Kolej’i bitiren yirmi beş yaşlarında olan oğulları Bülent ise Amerika’da gazetecilik yapıyordu Benim kitap sevdalısı olarak yetişmemin ana mimarlarından biri de onlardır. Karı-koca hayatlarına biraz renk, biraz ışık vermek, geleceğe başarı yollarından yürüyebilmek ve geniş bir görüş açısı için kitaplara sımsıkı sarılmışlardı. Beni kızları gibi seven Ecevit ailesi akıllı insanların bahçesinde güzel kokular saçan kitaplarla, yaşam penceresinden daha aydınlık ufuklara bakabilmem için kitaplarla yoğrulmamı sağladılar. Dedemle tombik kedileri Patapata’nın hastalığı nedeniyle uzun yıllar önce tanışarak, yine uzun yıllar süren kitap ve fikir alışverişleriyle de pekiştirmişlerdi komşuluklarını.

Milli şair, veteriner hekim, öğretmen, hafız, Kur’an çevirmeni, yüzücü, milletvekili kimlikleri ile mahallemizin gurur kaynağı olan Mehmet Akif Bey, çıkmaz sokağımızın en görkemli konağında otururdu. Beni en çok edebi kişiliği etkilemişti doğrusu. Ne kadar da şefkatli davranırdı biz gençlere. Kızı Feride, yatılı okuduğum İstanbul Kız Lisesi’nden sınıf arkadaşımdı. Cuma günleri evci çıktığımızdan son dersin zili çalar çalmaz soluğu Sahaflar Çarşısı’nda alırdık Feride’yle. Haftalık olarak aldığımız harçlıklarımızdan artırdıklarımızla kitaplar alırdık. Okuduklarımızı değiş tokuş yapardık. Anneme ve babama öğle tatillerini fırsat bilerek yazdığım özlem dolu mektupları Sirkeci’deki postaneden postaya verip, vapurun yolunu tutardık.

Eşi İsmet Hanımla sık sık dedemi ve anneannemi ziyarete geldiklerinde koşarak boynuna sarılır, ellerinden öper, başımı okşamasına izin verirdim büyük bir mutlulukla. Bir başka severdim Mehmet Akif Beyi ve eşi İsmet Hanımı. Şefkatli ve güler yüzlü olmaları onlara olan hayranlığımı gün geçtikçe artırıyordu. Özenerek ellerimle pişirdiğim kahveleri içerlerken bol bol da fikir alışverişinde bulunurlardı. Ben de fikir alışverişlerini bir köşede sessizce oturarak dinlerdim. Hemen her gelişinde bana Sahaflar Çarşısı’ndan özenle seçtiği kitapları getirdi hediye olarak. Başarılarla dolu yaşamı boyunca herkesle sıcak ilişkiler kuran Mehmet Akif Bey’den o kadar çok şey öğrendim ki. Sevgiyi, nezaketi, başarıyı, umudu ve alçakgönüllülüğü kişiliğime ilmek ilmek onun sayesinde işledim.

Oturdukları konağın elektrik kontağından yanmasına çok üzülmüştük. Tek tesellimiz Mehmet Akif Bey’e, eşi İsmet Hanım’a  ve  altı çocuğuna bir şey olmamasıydı. Senelerdir büyük emeklerle oluşturduğu kitaplarının büyük bir kısmın yanması hem Mehmet Akif Beyi hem de İsmet Hanımı derinden yaralamıştı. Yangın sonrası Fatih’e taşındıkları için aile görüşmelerimiz ne yazık ki eskisi kadar sık olamadı.

Çağdaş Türk tiyatrosunun temelini atan ve geliştiren Muhsin Ertuğrul’da bitmez, tükenmez enerjisiyle mahallemizin hareketli simalarından biriydi. Anneannemin tiyatroya tutkunluğu, yazar kimliği ve eşi Neyyire Hanımla Edebiyat Fakültesi’nden arkadaş olmaları samimi bir dostluk kurmalarını sağlamıştı. Kızları Gönül annem ve babamın müfettiş olarak çalıştığı Ankara’da Maliye Bakanlığı’nda müsteşardı. Benden iki yaş büyük olan torunları Edibe ’de benim gibi İstanbul Kız Lisesi’ni yatılı olarak okuyordu Cuma günleri okul çıkışı çoğu zaman Feride ve Edibe ile birlikte simit ve çay eşliğinde yaptığımız keyifli bir vapur yolculuğu ile eğlene eğlene gelirdik Üsküdar’a.

Birlikte aynı mahalleyi paylaşmaktan mutluluk duyduğumuz doktor Hilmi Bey ve eşi Servinaz Hanım mahallemizde hasta olan herkesle ilgilenen birer melektiler adeta. Özellikle çocuk ve yaşlılar için seferber olurlardı. Ağır hastalığı olan mahalle sakinlerimizi çalıştıkları Numune Hastanesi’nde tedavi edilmeleri için büyük çaba sarf ederlerdi. Boş zamanlarında ise, mahallemizin öğrenci gençlerinin derslerine yardımcı olurlardı.

Mahallemizin böyle renkli, hareketli, kültürlü, sevgi dolu, yardımsever kişiliklerle dolu olması benimde donanımlı bir genç kız olarak yetişmemi sağladı. Cumhuriyetin yeni kurulduğu tarihlerde eğitim almış genç kızlarımızın sayısı çok az olduğu için beni el üstünde tutarlardı mahallemizin aydınlık düşünceli aydınları. Ellerinden geldiğince, güçlerinin yettiğince yardımcı olurlardı eğitim ve sosyal hayatım için. Üstelik eğitimim nedeniyle Ankara’da bulunan anne ve babamdan ayrı kaldığım için benimle gurur duyduklarını söylerlerdi her fırsatta.

Buram buram kültür kokan sokağımızın  sakinleri sayesinde kitaplarla haşır neşir olmaktan bende çok büyük keyif alıyordum. Elime aldığım her kitapta beni farklı bir zamana doğru yolculuğa çıkartan Sahaflar Çarşısı, hem uygun fiyatları hem de çeşitliliği bakımından kitap cennetiydi benim için.  Evci çıktığım günlerin dışında, bazen dedemle bazen de anneannemle genellikle de resmi tatillerde Sahaflar Çarşısı’nın yolunu tutardık. Tozlu raflardan, onlarca, hatta yüzlerce yıl öncesine uzanıp, geçmişi aramaktan, eskilerin arasında, eskimeyen kitaplarla vakit geçirmekten ne kadar keyif alırdım bilemezsiniz.

Baskısı olmadığı için zor bulunan birkaç kitap ve baskısı mevcut kitapların olduğu listemi de yanıma alırdım ama çarşıdaki dükkânların önündeki sepetlerin içinde bulunan beni yıllar öncesine götüren kitaplara bakmadan da edemezdim. Bazen Osmanlıca basılmış Cumhuriyet öncesi dönemin kitaplarına rastlardım bu sepetlerde. Osmanlıca bilmememe rağmen meraktan alırdım bu kitapları. Dedem Osmanlıca bildiği için önce o okur, sonra da bana tercüme ederdi kitabı. Çarşının düzenli müşterilerinden olduğumuz için sahaflar çok sevecen davranırlar, kitap bile ayırırlardı bize.

Şakır şakır yağmurun yağdığı bir cumartesi günü dedemin o günkü yaş günü için hediye kitap almak üzere anneannemle birlikte Üsküdar’dan vapurla Eminönü’ne geçtikten sonra oradan da tramvaya binerek  Beyazıt’ta gittik. Günlerden cumartesi olduğu için Çınaraltın’dan Sahaflara girilen o boşlukta bitpazarı kurulmuştu. Anneannem antikayı sevdiği için alıcı gözüyle gezdi birkaç tezgâhı. Kalabalığın içinden sıyrılıp, Sahaflar Çarşısı’na girdik. Çarşının en büyük sahafından başladık kitaplarla haşır haşır neşir olmaya. Gördüğüm ilk sepetin içindeki eski, küf kokulu kitapları karıştırırken, Mehmet Akif Bey’in dönemin sosyal sorunları ile tarihi ve dini konuları içeren  “Safahat” adlı kitabı elime geçivermişti.

Yıpranmış, hatta bazı sayfaları yırtılmıştı da. Kitabın sayfaları arasında göz gezdirirken, ilk sayfadaki el yazısı ile yazılmış “ Değerli Dostum Aziz Bey’e; yaş gününüzü kutlar, uzun ömürler dileriz.  28.08. 1933 Ersoy Ailesi” yazısı çok dikkatimi çekmişti. Kitap dedemin can dostu Mehmet Akif Ersoy’un Safahat adlı kitabıydı. Dedemin adı Aziz’di ve doğum günü de 28 Ağustos’tu. Hemen anneanneme gösterdim. Çok şaşırdı ve heyecanlandı o da. Birlikte fikir yürüterek Mehmet Akif Bey bu kitabını yıllar önce büyük dedeme yaş gününde hediye amacıyla hazırladığını ancak o yıllarda Kahire’de Üniversite’de hocalık yaptığı için yoğunluktan dolayı dedeme ulaştıramadığını düşündük. Üzerinden yıllar geçse de, bu paha biçilemez manevi değerde olan kitabı yüklüce bir para vererek satın aldık. Heyecan, şaşkınlık ve mutluluğumuz birbirine karışmıştı. Bir an önce eve varıp, bu heyecanı ve mutluluğu büyük dedemle paylaşabilmek için aceleyle yola koyulduk. Telaştan dedeme yaş günü hediyesi olarak kitap almayı unuttuğumuzu Cağaloğlu Yokuşu’ndan aşağı inerken fark ettik. Neyse ki, çabucak Bahçekapı’daki Atalar mağazasından giyimine özen gösteren dedem için gömlek, kravat ve süveter almayı akıl ettik.

Eminönü’nden bindiğimiz vapur bizi Üsküdar’a götürdüğünde saat 16.00 olmuştu. Acele acele vapurdan indik. Şemsi Paşa sahili boyunca hızlı adımlarla on beş dakika sonra konağın bahçe kapısına vardığımızda heyecandan yüreğimiz yerinden fırlayacak gibiydi. Bizim geldiğimizi balkondan gören dedem telaşla bahçeye indi:

–       Hoş geldiniz güzel hanımlar diyerek karşıladı bizi.

Anneannem önce elindeki kocaman paketteki yaş günü hediyesini dedeme uzatırken:

–       Dünyada eşsiz bir güzellik varsa o da kalbindedir. Hayatının bundan sonrası kalbinin güzelliği gibi geçsin. Hep sevgi dolu kalman ve mutlu olman dileğiyle… Yaş günün kutlu olsun diyerek sarılı verdi boynuna.

Bu duygu dolu tablo karşısında bende:

–       Yeni yaşının tıbbı şaşırtacak kadar sağlık, melekleri kıskandıracak kadar mutluluk getirmesi dileğiyle nice yıllara dedeciğim diyerek yanağına tatlı bir öpücük konduruverdim pamuk dedemin.

Hep birlikte içeri girdik. Ben ve dedem balkona geçtik. Anneannem kendisine ve dedeme kahve yapmak üzere mutfağa girerken, kitap konusunda dedeme bir şey söylememem için beni uyardı. Beş-on dakika sonra gümüş tepsi içinde iki fincan Türk Kahvesi ve bir bardak limonata ile geliverdi anneannem. Tepsiyi masaya bırakır bırakmaz:

–       Hadi aç bakalım hediyelerini dedi dedeme.

Dedemde sedirin üzerine bıraktığı paketi aceleyle alıp açtı. İçinden çıkan giysileri çok beğenmiş olacak ki,

–       Bayramlıklarım hazır diye şaka yaptı. Sonra da:

–       Hani benim kitaplarım? Siz bana her sene yaş günümde kitap alırdınız. Bu sene beni bu giysilerle kandıramazsınız dedi.

Anneannem:

–       Biz bu yıl sana kitap alamadık. Çünkü sana çok ama çok sevdiğin bir arkadaşından bir kitap geldi yaş günün için dedi.

Dedem:

–       Kimden? diye sordu.

Anneannem :

–       Bil bakalım kim olabilir?diye sordu.

Dedem :

–       Fahri, Zeki, Muhsin, Adnan, Ferit, Osman… diye başlayarak bir sürü arkadaşının ismini sıraladı durdu. Büyükannem hiç birine bildin demediği için dedem:

–       Beni meraktan çıldırtma hanım. Kim olabilir ki bana yaş günü hediyesi olarak kitap gönderen arkadaşım? diye sorduğunda, anneannem bana işaret ederek çantasını istedi.

Kapının girişindeki portmantodan kapıp geldim çantayı. İçinden çıkardığı kitabı dedeme uzatırken elleri titriyordu. Benim de heyecandan kalbim yerinden fırlamıştı sanki. Dedem kitabı görür görmez bir tuhaf oldu. Önce gözlerini yumdu sonra da yutkundu ve :

–       Mehmet Akif’in bu kitabından kütüphanemizde iki tane var dedi.

Anneannem:

–       Biliyorum diye cevaplarken dedem kafasını bir sağa bir sola çevirdi ve cııık cııık cııık diye ses çıkardı.

Anneannem oturduğu koltuktan kalkıp dedemin yanına oturdu. Kitabı dedemin elinden alıp birinci sayfasını açtı ve Mehmet Akif Bey’in yazısını gösterdi. Dedem yeleğinin cebinden gözlüklerini çıkardı, gözüne taktı ve başladı yüksek sesle okumaya:

–        Değerli Dostum Aziz Bey’e; yaş gününüzü kutlar, uzun ömürler dileriz.  28.08. 1933 Ersoy Ailesi.

Uzunca bir sessizlikten sonra dedem yutkundu, yutkundu, yutkundu…

–       Bu ne demek oluyor şimdi? diye sordu.

Anneannem o gün Sahaflar Çarşı’sında yaşadığımız mucizeyi ve yorumlarımızı  anlatırken, boğazı sık sık düğümlendi. Gözleri yaşardı.

Dört yıl önce vefat eden Mehmet Akif Beyle dedemin paylaştıkları o kadar çok şey vardı ki. Yılları, meslekleri, kitapları, şiirleri, fikirleri, milli mücadeleye katılışları, daha da önemlisi sevgi ve saygıları…

Kim bilir nerelerden gelmişti Sahaflar Çarşı’sına insanın kalbini yumuşatan, güzel bir insanın, eşsiz eseri Safahat. Dünya’nın en iyi üçüncü kitabı olan Safahat’ı defalarca okumasına rağmen altmış yedi yıllık yaşamında aldığı en anlamlı ve en değerli hediye olması nedeniyle bir kez daha şiirlerle yolculuğa çıktı. Okudu… Okudu… Okudu…

Yıllar geçmiş olsa da hediyesine kavuşmanın mutluluğu ile bir çocuk gibi sevinirken, bütün gece yatağının içinde bir o yana bir bu yana dönerek, Safahat Sahaflar Çarşı’sına nasıl gelmiş olabilir? diye düşündü durdu dedem. Bu sorusuna bir türlü cevap bulamadı ama can dostu Mehmet Akif Bey’in ona verdiği önemi yıllar sonra bir kez daha görmenin gururuyla uyuyup kaldı sıcacık yatağında.

Gurur Kocapınar (8C)