Geçenlerde öğrencilerimden biri bir karikatür gösterdi bana. Çok etkilendiği her halinden belliydi. İster istemez karikatürdeki adamla empati kurmuş, onu anlamaya çalışmıştı; ama aynayı kırmanın ona ne getireceğini anlamakta zorlanıyordu. Sonra tartışmaya başladık onunla: “Aynayı neden kırdı? Niye aynanın alt tarafı kırık? Aynada görmediğimiz zaman gerçekleri görmezden gelebilir miyiz? Aynada insan kendine bakabilir mi? Sadece süslenirken veya giyinirken mi aynaya bakılır?” Konuşmalar beyin fırtınası halinde sürerken öğrencilerden biri babasının ticaretle uğraştığını ve her zaman “Kendime aynada bakabilmeliyim.” dediğini söyledi. Ne demekti bu söz? Ticaretle ne ilgisi vardı? İnsan niye kendine bakamasın ki? Bir başka öğrenci de “Aynalar yalan söylemez.” Sözünü hatırlatıp karikatürle bağlantı kurmaya çalıştı. Gerçeklerden kaçabilir miydik? Kendimizi tüm gerçekliğiyle aynada görmüyor muyduk?
Öğrencilerimle yaptığımız bu keyifli tartışma zil sesiyle istemeden noktalanınca, ben de düşünmeye başladım.
Hepimizin en az günde bir kez baktığımız ışığı yansıtan, varlıkların görüntüsünü veren, cilalı ve sırlı cam mıdır ayna sadece? İnsanın kendisini ne yetersiz ve küçük, ne de olduğundan yetkin ve büyük görmesi, noksanlıklarını ve değerlerini olduğu gibi kavraması gerektiğini anımsatan bir simge midir? Bu bakımdan aynanın insanın kendini tanıması ve öz eleştiri yapması için gerekli bir araç olduğu söylenebilir mi? İnsan, aynaya baktıkça kendi benliğinin önemini anlayıp kendine sevgi ve saygı beslemeyi öğrenebilir mi?
Ayna bir gerçektir aslında; fakat aynayı ayna yapan da arkasındaki sırdır ve bu sır sayesinde gerçeğe ışık tutulur. Sonuçta aynaya bakanın da aynada olanın da kendimiz olduğunu fark ederiz. Altın veya gümüş çerçeveler içinde ender bulunan taşlarla süslü saray aynası bile olsa gizleyemediğimiz gerçekleri yere atıp parçalanmak pahasına bile olsa bütün çıplaklığıyla yansıtır. Kırılan en küçük parçasında bile gerçeğin dile geldiğini kimse inkar edemez. Karikatürdeki adam da çaresiz kalmış aynadaki gerçek karşısında. Görmek istemediği gerçekleri yok etmeye uğraştığı çekiçle aynanın tümünü yok etmeyi başarsa bile başka bir aynada göreceği gerçeğini değiştirebilir mi?
“İnsan ancak korkusuz ve yalansız, aynadaki görüntü ile hesaplaşabildiğinde insan olur.” diyor bir söz. Aslında o, bakmasını bilirsek önümüze tüm insanlığımızı serecek ve içimizdeki iyiyle güzeli, kötüyle çirkini gösterecek; bu sayede gerçek insana ulaşma çabası içinde olduğumuzu hatırlatarak belki de en yakın dostumuz olacak. Ona bakarak insanlığımızı hatırlayacak, hata ve kusurlarımızı düzeltebileceğiz.
Ne demişti Pamuk Prenses’in cadı üvey annesi: “Ayna, ayna, söyle bana. Var mı benden güzel bu dünyada?” Aynanın gösterdiği güzellik mi yoksa insanın içinin güzelliği mi önemli? Ayna hangisini gösterir bize?
Bir efsaneye göre de Çoban Narkissos susamıştır. Göl kenarında durup suyu içmek için eğildiğinde şaşırır. Onun gibi birisi daha suya eğilmiş su içmek üzeredir. Bu görüntüden öylesine etkilenir ki ona aşık olur. İşte o günden bu güne insan ile ayna arasında kopmayan bir bağ olduğuna inanılır. Anadolu kültüründe ayna saflığın, el değmemişliğin ve aydınlığın simgesidir. Ezoterik toplumlarda ayna; imgelere kapılmamanın, gerçekleri olduğu gibi görmenin, insanın öz varlığını tanıması gereğinin bir simgesidir. Bu öğretide Ay, Güneş ve Su ile eş değer anlam taşır. Gerçeğin, içtenliğin, kalbin ve vicdanın içerdiği her şeyin yansıtıcısıdır. Dyonissos kültüründe ise Tanrı Dyonissos doğaya çevrili bir ayna olarak düşünülür. Doğanın tüm coşkusunu yansıtır.
Yunan tragedyasındaki Medea’da, her şeyin yok olduğu ve Tanrı’nın gelip Medea’ya “Medea, ne kaldı geride? Her şey yıkıldı, her şey yok oldu.” dediği bölümde “Ne mi kaldı? Ne demek ne kaldı? Her şey kaldı. Ben kaldım!” Bu sözde var olmak, yaşamak, umut, insan olgusu gibi pek çok anlam gizli. Bu, aynada gördüğümüz ben mi? Kendimiz yani insanlığımız ve biricikliğimiz mi? “Ben” varsam her şey var mı demek istiyor? “Gerçekleri uzaklarda değil, kendi içinizde bulacaksınız.” diyen düşünür de bunu mu söylemiş? Yoksa Mevlana “Aradığını kendinde ara.” derken Medea’nın “ben”inden mi söz ediyor?
“Aynaya takılınca gözüm kendimi gördüm orada. Ürktüm önce, bakamadım kendime. Kabullenemedim; ama kaçış yoktu. İşte ben, oradaydım.” diyen kişi karikatürdeki adam mı yoksa kendi gerçeğini kabul etmeyen, “mış gibi” yaşayan biri mi? Hangisi olursa olsun insan kendini aldatamaz. Bunun için aynaya gerek yok aslında; ama kabullenebilmek… İşte en zor olan bu.
İnternetten gelen ve kaynağı belli olmayan bu paragraf belki de her sorunun yanıtıdır, ne dersiniz?
“Hayatta istediğinizi elde edince ve o gün kendinizi bir kral gibi hissedince, doğru aynaya koşup kendinize bir bakın ve aynadaki adamın söylediklerine kulak asın; çünkü sizin için hüküm verecek olan; ne eş, ne baba, ne anadır. Sizi yargılayacak olan, aynadaki adamdır. Bazılarının fikrince dürüst bir insan ve iyi bir arkadaş da olsanız, aynadaki adamın tam gözlerinin içine bakamıyorsanız, başkalarının sırtından geçinen, bir zavallıdan yoktur farkınız. Memnun edeceğiniz kişi yalnızca aynadaki adamdır. Gerisine aldırmayın; çünkü o, sonuna kadar sizinle beraberdir. Eğer aynadaki adam dostunuzsa, en zorlu sınavı başarı ile geçmişsiniz demektir. Hayat yolunda ilerlerken bütün insanları aldatabilirsiniz ve onlar da sahte başarılarınızdan dolayı sizi kutlayabilirler; fakat AYNADAKİ ADAMI aldatmaya kalkışırsanız, son ödülünüz ızdırap ve gözyaşı olacaktır.”
A. Nilser Utku
Türkçe Bölüm Başkanı
Terakki Vakfı Okulları